Prof. Dr. Melih BULUT yazdı.
İçinde yaşamakta olduğumuz zamana aşırı hız çağı deniyor. Krizin, kaosun, belirsizliğin rutin haline geldiği, yıkıcı teknolojilerin geleneksel iş yapma modellerini darmadağın ettiği günler bunlar. Bireyler ve kurumlar olarak ancak işbirliği olanaklarını sonuna kadar zorlayarak böyle bir dünyada ayakta kalabiliriz. İnsanlık her zaman sağlık sektörüne ihtiyaç duysa da zamanın ruhuna uygun yenilikçiliği hayatımıza sokamazsak varlığımız tehlikede.
“Daha Yeni Başlıyor”
Intel’in kurucu ortaklarından Gordon Moore 1960’larda sonraları Moore Yasası olarak ünlenen bir gözlem yaptı; bilgisayar işlemcilerinin kapasitesinin her yıl yaklaşık ikiye katlandığını –eksponansiyel, dikey büyüme- saptadı. Daha sonra bu yasanın dijitalin girdiği hemen her alanda geçerli olduğu fark edildi. Öyle ki internet reklamcılığının büyüme hızı, bitcoin fiyatı, küresel ısınma ve nüfus gibi farklı parametreler bile bu çağda bu yasaya uyuyor. Yani hadise yavaş başlıyor, 1 önce 2 oluyor, 2; 4 oluyor, 4; 8, 8; 16 derken satranç tahtasına konan pirinç taneleri gibi bir süre sonra değişim aşırı hızlanıyor. Değişimi farketmeyen kişiler, firmalar daha sonra onun aşırı hızlı ve yıkıcı etkisiyle perişan oluyorlar. Ayrıntılı bilgi sahibi olmak isteyen arkadaşlarım Türkiye Bilişim Vakfı Başkanı Faruk Eczacıbaşı’nın bütün bu olup biteni akıcı bir Türkçe ile anlattığı “Daha Yeni Başlıyor” kitabına başvurabilirler.
Yeni fırsatlar
Bu “yıkıcı” çağ bir taraftan da yeni fırsatlar yaratıyor. Bu çağın size paradoksal gelebilecek önemli bir özelliği de bütünleştirici olması. Kısaca modernitenin parçaladıkları bütünleşiyor, buna entegrasyon deyip geçelim. Burada kelebek etkisi bir fantezi değil hayatın belirgin bir gerçeği olarak kendini gösteriyor. Her şey birbiri ile vücudumuzdaki hücreler gibi kolayca etkileşiyor. Çünkü artık doğanın “bağlantılı bütünsellik” içinde olduğunu biliyoruz. Bu kavramı ve başlığı orman örneği ile açıklayalım. Orman bütün unsurları ile anlamlı. Yani ağaçlar, toprak, karıncalar, arılar, kurtlar hepsi önemli. Bir ağaç tek başına bir varlıksa da bir ağaç grubunun ve ormanın parçası. “Yalnızca ben gelişeceğim karıncalardan, çalılardan, başka ağaçlardan bana ne” derse sağlıklı, sürdürülebilir bir büyüme sağlayamaz; bir süreliğine serpilse de sonuçta ormana mağlup olur. Bitkiler, ağaçlar toprak altından, ahenk sağlamak için, birbirleriyle haberleşiyorlar. Tek başına büyüme isteği, ormanda değilde insan vücudunda olduğunda, bir hücre veya doku diğerlerini önemsemeden büyüdüğünde ona “kanser” diyoruz. Bir süre alabildiğine büyüyen kanser sonuçta organizmayı tüketiyor ve giderek kendisinin de yok olmasına yol açıyor.
“Gelişmeyi birlikte gerçekleştirmeliyiz”
Bu benzeşimi sağlık sektörünün paydaşlarından birinin tek başına kazanamayacağı düşüncemi ifade etmek için kullandım. Sektör içinde birinin, “tek biz gelişelim” hedefi taşıması, kanserleşmeyi de beraberinde getirecektir. Gelişmeyi birlikte gerçekleştirmeliyiz. Bu anlayışı sorunlarımız için de taşımalı ve çözüm için işbirliği yapmalıyız. Geçenlerde sektörde önemli yeri olan güzide bir derneğimizin yönetim kurulu üyesi arkadaşım SUT’ta ücretlerin yıllardır artmamasından yakındı. Ben de ona, aynı sorundan muzdarip diğer kuruluşlarla bir araya gelerek, konuyla ilgili bir girişim yapmayı düşünüp düşünmediğini sordum. Öylece kalakaldı. Şimdiye kadar ortak çözüm, ortak akıl üretmek bir yana, oturup dertleşmemişlerdi bile. Hepsi, teker teker Ankara’ya gidip lobicilik yapmış ve hüsrana uğramışlardı.
Sağlıkta Önder Ülke Türkiye
Sorunlara, yanlış olduğunu bildiğimiz durumlara karşı hep aynı yaklaşımı yapıp farklı sonuç alamayız; ancak eskisinden değişik ve şimdilerde yeni yollar bularak fark yaratabiliriz. İşte; bize farklı sonuç getirecek sihir işbirliğidir. O halde işbirliği kültürümüzü nasıl geliştireceğiz? Öncelikle tüm ormanın üzerinde anlaştığı yeni bir vizyon, eskisinden daha büyük bir hedef ortaya koymalıyız. Genellikle zor olan bu vizyon geliştirme işi bizim için çok kolay; 2023’te “Sağlıkta Önder Ülke Türkiye” veya siz buna 2023’te “Sağlıkta Güçlü Türkiye” diyebilirsiniz, farketmez, hedefimiz olmalı.
“Ben size ne verebilirim”
İkinci adım ilişki ve iş yapma kültürümüzü radikal biçimde değiştirmektir. Geçenlerde büyük bir firmanın genel müdürünü ziyarete gittim. Hal hatır sorduktan sonra “Ben sizin için ne yapabilirim” dediğimde bayağı şaşırdı, ne diyeceğini bilemedi. Çünkü yıllardır ama yıllardır karşısına gelen herkes ondan ya indirim, ya kongre masrafı, en azından kalem defter; bir şeyler istemişti. Artık zorunlu durumlar dışında bunu yapmayalım, özelikle biz sağlık sektörünün önde gelenleri bir görüşmeye gitmeden önce karşımızdakinden neler isteyebileceğimiz kadar neler verebileceğimizi de düşünelim. Herşeyi de maddiyat olarak algılamayalım; bazen karşımızdakinin bizim sosyal ilişki ağımızdan yararlanması bile ona yeterli faydayı sağlayabilir ki bu, son aylarda sıklıkla denediğim ve mükemmel çalıştığını yaşayarak izlediğim bir yol oldu. Göreceksiniz “Ben size ne verebilirim” yaklaşımı yepyeni, daha üretken, herkes için daha verimli iş modellerinin de ortaya çıkmasını sağlayacak.
“Multidisipliner çalışma hayata geçirilmeli”
İşbirliği olanaklarını geliştirmek için yeni zeminler, ortamlar oluşturmalıyız. Yani sektörün çeşitli temsilcileri bir masa etrafında oturacağız ve birbirimizden ne alabiliriz değil ne verebiliriz toplantıları yapacağız. Kurumlarımızın ve sektörün sorunlarını değil belirlediğimiz o farklı, adeta ulvi vizyonu nasıl geliştirip hayata geçirebiliriz onu konuşacağız. Sadece bize yakın derneklerle değil mümkün olduğunca fazla sayıda temsilciyle ilişkide olacağız. Kendimize benzemeyenlerle işbirliği yapmaya çalışacağız. Özellikle sahada çalışanlara, gençlere kulak vereceğiz. Bu zeminleri oluşturma işini tamamen Bakanlığımızdan, üniversitelerden beklememeliyiz. Örneğin OHSAD, sadece SASDER veya AİFD ile bir araya gelmemeli, genetikçiler biyokimyacılarla, eczacılar hemşirelerle hasılı herkes birbiriyle konuşmalı. Yani multidisipliner çalışma sözde kalmayıp hayata geçirilmeli ve toplantılarda ortaya konanlar politika belgesi haline getirilip ilgili devlet kurumlarının, muhalefetin, iktidarın, tüm siyasi karar vericilerinin eline verilmeli. Sosyal, hatta ana akım medyada yer alması ve geniş biçimde tartışılması sağlanmalı.
İstanbul Gece Müdürleri Whatsapp Grubu
Sektörümüzde son zamanlarda işbirliği ile yazılan müthiş bir başarı öyküsü var: İstanbul Gece Müdürleri Whatsapp Grubu. Özel hastanelerde görev yapan gece müdürü arkadaşlarımız yoğun bakım hastalarının yaşadığı yer bulma sıkıntısını aşmak için bir whatsapp grubu kurmuşlar. Birbirleriyle etkin biçimde haberleşerek en kısa zamanda yoğun bakım hastasını yatak durumu uygun olan hastaneye yönlendirmişler. Bir süre sonra sadece yoğun bakım hastaları için değil yaşadıkları her sorun için yardımlaşmaya başlamışlar. Grup giderek genişlemiş, genişlemiş ve şimdi Edirne ve Sakarya arasında, neredeyse tüm özel hastaneleri kapsar hale gelmiş; hastaların yatak bulma oranı % 10-15’lerden % 85-90’lara yükselmiş. Geçtiğimiz günlerde İl Sağlık Müdürümüzde bu arkadaşlara sahip çıktı ve artık bu işbirliğinin devlet kurumlarını da kapsayacağını öngörebiliriz.
“Paylaşmayı seviyoruz”
Sağlık sektörünün tüm unsurları, çalışanları kalite kavramını içselleştirmiştir; her zaman “Yaptığım işi nasıl daha iyi yapabilirim” diye düşünmek ister. Bu yaklaşımı karşımızdaki insan, kurum ile ilişkimizde de ortaya koyabildiğimizde, ben onun için neyi daha iyi yapabilirim dediğimizde anlamlı bir işbirliğinin ilk adımları atılacaktır. Biz sağlıkçılar paylaşmayı seven bir grubuz. Yeni geliştirdiğimiz bir ameliyat tekniğini, araştırmamızla ulaştığımız taze bilgiyi kendimize saklamayıp hemen kongrelerde rakiplerimiz olabilecek meslektaşlarımıza anlatıveriyoruz. Çünkü esas amacımız tek tek hastaları iyileştirmek kadar insanlığa da hizmet etmek. Buna adeta şartlanmışız. Şimdiye kadar işbirliğini etkin biçimde hayata geçiremediysek bu; kişiler olarak bizim değil, daha çok içinde yaşadığımız ekosistemin, çalışma şartlarının kusuru olmalı.
Tıp Nobeli
Yüksek hedefler konu olunca, lise çağlarımdan beri hayalim olan Tıp Nobeli konusunda da birkaç söz söylemek istiyorum. Türkiye bir gün Tıp Nobeli’ni almalı, mutlaka almalı diyorum. Nobel; işbirliği kültürümüzü geliştirmek için de mükemmel bir hedef. Bu hedefe ulaşabilecek birçok seçkin kurum, bilim insanımız var ama Nobel’i almak için onların çabaları yetmez. Tüm Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, hepimiz öncelikle içimizdeki muazzam başarma heyecanını onların arkasına en değerli desteğimiz olarak koymalıyız. Daha sonra sorumluluk sahibi bireyler olarak elimizdeki maddi manevi olanakları onların hizmetine sunmalıyız. Anadolu’daki bir ilçenin hastanesinde görev yapan hemşire, hekim, tüm sağlıkçılar oradaki lisenin parlak öğrencisinin tıp fakültesi masraflarına büyük küçük bir katkı sağlasalar belki de bize Nobel kazandıracaklar. Aziz Sancar’ın hayatı buna örnek değil mi? Bu küçük destekler büyük kurumların varlığı kadar önemli değil mi tek tek yaşamımızda? Kaldı ki üniversitelerimiz, TÜBİTAK, bilimle ilgili tüm kurumlar proje bazında da olsa olanaklarını birleştirse ortaya neler çıkmaz ki?
Değerler sistemi
Bilginin her an ikiye katlandığı bir dünyada ayakta kalabilmek için değerler sistemimizin güçlü olması lazım. Sağlıkçı olmak demek vicdan sahibi, şefkatli insanlar olmak, çoğu zaman karşılıksız vermek ve fedakârlık demek. Bunlar hızla çökmekte olan neoliberalizmin bizden asla alamadığı, yıprattığı ama yok edemediği değerlerimiz olmalı, bunları ısrarla korumalıyız. Değerlerimizi insan sağlığına daima bütünsel bakış, iş yaparken işbirliği olanaklarını alabildiğine zorlama, hep ormanın tüm unsurlarıyla beraber gelişmehedefi taşıma gibi ilkelerle bezediğimizde hem kendimiz hem kurumlarımız hem de ülkemiz ve dünya için çok şey başarabileceğiz.
“Expomed’i işbirliği şenliğine dönüştürelim”
Yıllardır sağlık sektörümüzün pek çok paydaşını başarıyla bir araya getiren, onları yurt içindeki ve yurtdışındaki iş ortaklarıyla buluşturan Expomed Fuarı’nı bu yıl bu anlayışla bir işbirliği şenliğine dönüştürmeyi öneriyorum.
Expomed’le birlikte, Nice Güzel Yıllara…