Ülkemizde nükleer tıp alanında faaliyet gösteren en önemli kuruluş olan Türkiye Nükleer Tıp Derneği’nin Başkanı Prof. Dr. Tevfik Fikret Çermik ile Türkiye’de nükleer tıbbın mevcut durumu, bu alandaki teknolojik gelişmelerin etkisi ve geleceğe yönelik öngörüler hakkında konuştuk. Türkiye’nin nükleer tıp alanındaki gelişimini ve şu anki güçlü konumunu değerlendiren Prof. Dr. Çermik, “Nükleer tıp alanındaki gelişmelerin sadece nükleer tıp için değil tüm onkoloji ile ilgili alanlar için hasta yönetiminde yeni ve heyecan verici bir dönemin habercisi olduğu kanaatindeyim” diyor.
Sizi biraz daha yakından tanıyabilir miyiz?
Yirmi yıldan uzun bir süredir nükleer tıp uzmanı olarak görev yapıyorum. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden mezun olduktan sonra Nükleer Tıp alanında uzmanlık eğitimimi Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde tamamladım ve 2006 yılında aynı kurumda doçent oldum. O yıllarda ülkemizde sadece iki eğitim kurumunda PET cihazı bulunuyordu. Bu nedenle 2005-2006 yılları arasında, tüm dünyada nükleer tıp alanının en saygın isimlerinden biri olan Abass Alavi hocamızın yanında PET ve PET/CT öğrenmek ve araştırmalar yapmak amacıyla Pensilvanya Üniversitesi Hastanesi’nde bulundum. 2007 yılında, şu an hala çalışmaya devam ettiğim İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde göreve başladım. Öncesinde nükleer tıp kliniği bulunmayan hastanemizde, eğitim kliğini vasfına da sahip olacak şekilde tam donanımlı bir nükleer tıp kliniği olarak 2008 yılında faaliyete başladık. Kliniğimiz, halihazırda İstanbul’da tüm nükleer tıp hizmetlerinin eksiksiz sunulduğu, yüksek hasta yoğunluğuna sahip sayılı merkezlerden biri olarak bu alanda önemli bir rol oynuyor. 10 yıldan uzun bir süredir faaliyet gösteren ve çok sayıda bilimsel araştırmanın da yapıldığı kliniğimizin, uzman ekibiyle, hizmet ve eğitimde yakaladığı üst düzey yetkinliğiyle alanında bir referans merkezi olarak kabul görmesinden gurur ve mutluluk duyuyoruz.
Türkiye’de nükleer tıbbın mevcut durumunu nasıl yorumlarsınız?
Türkiye’nin nükleer tıp konusunda oldukça iyi bir seviyede bulunduğunu düşünüyorum. Hem ülkemiz hem de yakın coğrafyamızda bulunan ülkeler için ihtiyaç duyulan çok sayıda radyoaktif maddenin üretimini ve teminini sağlayan üretim tesislerine sahibiz. Sayıları 150’yi aşan PET/CT ve nispeten az sayıda da olsa kurulu PET/MR görüntüleme sistemlerimizin yurt geneline dağılımı ve kullanımı dikkate alındığında, nükleer tıpta birçok Avrupa ülkesinden çok daha iyi bir durumdayız. Diğer taraftan ülkemizdeki sosyal güvenlik sistemlerinin yeterli olmasa da emsal ülkelere göre daha geniş bir geri ödeme listesi var. Ancak son yıllarda özellikle cihaz ve bazı temel radyonüklidlerin temininde dışa bağımlı olmamız nedeniyle artan maliyetleri karşılama konusunda mevcut geri ödeme bedellerinin, özellikle konvansiyonel görüntüleme ve radyonüklid tedavi yöntemlerini karşılayamaması nedeniyle ürün tedarikinde sorunlar yaşandığı görülüyor.
Mevcut durum itibarıyla, Amerika ve Avrupa ile karşılaştırdığımızda, nükleer tıptaki hekim sayısı, cihaz durumu, klinik ve teknolojik altyapı ile ilgili neler söylemek istersiniz?
Nükleer tıp alanında güçlü olmamızın en önemli nedenlerinden biri ülkemizde nükleer tıbbın, Avrupa’da üst düzey nükleer tıp hizmeti üreten Almanya, İtalya gibi ülkelere benzer şekilde ayrı bir branş olarak kabul edilmesi. Bununla birlikte, nükleer tıp eğitiminin müstakil ve yoğun bir programla bu alana spesifik olarak yapılmasının da çok önemli bir payı var. Nükleer tıp alanında bu sayede gerek görüntüleme gerekse radyonüklid tedavi yöntemleri için yeterli ve detaylı bir eğitim planı oluşturulabiliyor. Böylece 4 yıllık bir süreçte çok geniş bir çalışma alanı olan nükleer tıp alanına hizmet verebilecek yeterlilikte uzman hekimler yetiştirilebiliyor. Nükleer tıp eğitmenleri ve uzman nükleer tıp hekimlerinin yanında radyasyon fiziği, radyofarmasi gibi diğer alanlarda da yetişmiş insan gücü oluşması için yatırımlarımız bulunuyor. Buna bağlı olarak bu alanlardan da hem hizmet olarak hem de akademik alanda önemli destekler alabiliyoruz. Diğer taraftan, eksikliğini hissettiğimiz nükleer tıp teknikerliği konusunda son dönemde önemli mesafeler alınmış olması da olumlu bir gelişme.
Ülkemizin nükleer tıp alanında güçlü bir profil çizmesinde ise elbette Türkiye Nükleer Tıp Derneği’nin çalışmaları önemli bir paya sahip. Derneğimizin, Sağlık Bakanlığı başta olmak üzere sağlık hizmeti ve eğitimi ile ilgili tüm otoritelerle uyumlu bir şekilde yürüttüğü çalışmalar, nükleer tıp alanında ülkemizin önemli ve öncü bir seviyeye ulaşmasına büyük bir katkıda bulunuyor.
Ülkemizde yetişmiş insan gücü açısından ise hekim konusunda istenen düzeye yaklaşmış olsak da medikal fizikçi, radyofarmasist ve son dönemdeki olumlu gelişmelere rağmen nükleer tıp teknikerliği alanlarında kalifiye çalışan konusunda hala açığımız olduğunu söyleyebiliriz. Buna karşılık az önce de değindiğim gibi radyoaktif madde üretimi konusunda özel teşebbüsün ve bir devlet kurumu olarak TENMAK’ın ciddi yatırımları var. Bugün ülkemiz, radyoaktif maddeler için kayda değer bir üretim ve hatta ihracat gücüne sahip. Hastanelerimizde PET ve Gama Kameralar açısından güçlü bir cihaz parkı bulunuyor. 60’a yakın kurumda Ga-68 bağlı bileşiklerin üretimi ve kullanımı mümkün; bu da oldukça yüksek bir hizmet kapasitesine işaret ediyor. Dinamik yapımıza bağlı olarak alanımızdaki güncel gelişmeleri yakından takip etme, yenilikleri gerek araştırma gerekse kliniğe adapte etme konusunda oldukça başarılıyız.
Teknolojik olarak yeni gelişmeleri değerlendirdiğimizde, solid-state (SiPM) teknolojisine sahip yeni nesil PET/BT sistemlerinin hasta sağlığı ve hastalıkların teşhisi açısından ne tür gelişmelere imkân sağlayacağını düşünüyorsunuz?
Solid-state teknoloji ile elde edilecek görüntülerin kalitesiyle mükemmelliğe bir adım daha yaklaşmış olacağız. Temel hedefimiz olan 2 mm’lik rezolüsyona ulaşmak; buna ulaşırken hastaya verilecek radyoaktif madde miktarını önemli ölçüde azaltmak ve çekim sürelerini 5 dakikanın altına indirmek mümkün olabilecek gibi görünüyor. Bu sayede çekim sürelerinin azalması hasta konforunu artıracak, radyasyon doz maruziyetinde önemli ölçüde azalmayı mümkün kılacak. Aynı zamanda hasta başına maliyet de azalmış olacak. Bu cihazlar ile artan görüntü ve hizmet kalitesinin, hastaların tanı ve tedavi planlama süreçlerinde önemli bir fark yaratacağı kanaatindeyim.
Sizce nükleer tıp önümüzdeki 5-10 yıllık zaman diliminde nasıl şekillenecek, bu konudaki beklentilerinizi öğrenebilir miyiz?
Nükleer tıp alanındaki gelişmeler heyecan verici bir hızda ilerliyor. Akıllı moleküller veya teranostik alanlarında, üzerine saatlerce konuşulabileceğimiz gelişmeler yaşanıyor. Bunlara kısaca değinmek gerekirse öncelikle nükleer tıp yöntemlerinin yani moleküler görüntüleme ve teranostik yaklaşımların, yüzyılımızdaki tıbbın ihtiyaçlarını anlama ve karşılamaya çok yatkın olduğunu söylemek isterim. Yani, artık modern tıpta hasta veya hastalık değerlendirmesi, hücre düzeyinde var olan değişimleri veya patolojileri tespit etmeye evriliyor. Fizyopatolojik değişiklikleri en erken dönemde tanımlamak, bu değişikliklerin hücre düzeyindeyken yakalanmasına ve anlaşılmasına bağlı. Moleküler görüntüleme işte tam bu aşamada yani hücrenin içinde, zarında veya ekstrasellüler matriks dediğimiz hücre çevre yapıda meydana gelen onlarca, belki de yüzlerce ayrı süreci gözle görülür, tespit edilebilir kılıyor. Bu sayede özellikle onkolojik hastalıklarda fizyopatolojik süreçleri anlama ve ortaya çıkarma, kişiye özel yani kişiselleştirilmiş tedavi yöntemlerinin seçiminde veya geliştirilmesine katkı sağlıyor. Bugün patolojik değerlendirme ile sınırlı bir doku parçasından anlamaya çalıştığımız tümörün ‘karakterini’ moleküler görüntüleme ile canlı bir beden içinde tüm sistemlerle birlikte entegre halde iken görmek, onun etki ve yaygınlığını ortaya çıkarmak mümkün. Üstelik aynı şekilde uygulanan bir tedavinin her bir tümör alanında yaptığı etkinin düzeyini de ayrı ayrı değerlendirebiliyoruz. Kişiye özgü özelliklerin moleküler görüntüleme ile görünür hale gelmesi, doğru tedavi algoritmalarının geliştirilmesinde paradigmanın değişmesine yol açtı. Bu alanda Siemens Healthineers’ın hassas ve kişiselleştirilmiş tıbbı yaygınlaştırmaya yönelik önemli çalışmalara imza attığını görüyoruz. Nükleer Tıp alanında geliştirilen kişiselleştirilmiş tanı ve tedavi uygulamaları, hasta deneyimlerini iyileştirme konusunda dönüştürücü bir etkiye sahip olacak. Bu gelişmelerin sadece nükleer tıp için değil tüm onkoloji ile ilgili alanlar için hasta yönetiminde yeni ve heyecan verici bir dönemin habercisi olduğu kanaatindeyim.
Bu alandaki yapay zekâ uygulamalarına yönelik görüşlerinizi de öğrenebilir miyiz?
Yapay zekânın tıpta kullanımını ve alanımızdaki yansımalarını ilgiyle takip ediyoruz. Siemens Healthineers’ın bu kapsamda sağlık sektöründe yapay zekâ (AI) kullanımına yönelik birçok yenilikçi uygulama yürüttüğünü görüyoruz. Yapay zekâ desteği ile görüntü kalitesinin artması, görüntüleme sürelerinin kısalması, tetkiklerin otomatikleştirilmesi ve hastaların fizyolojik değişkenliklerine uyum gösteren standardizasyonu artmış tetkikler sunulması oldukça ilgi çekici ve biz de bu alandaki gelişmeleri yakından takip ediyoruz. Diğer taraftan nükleer tıbba yönelik yapay zekâ çalışmalarının doğal olarak sıklıkla moleküler görüntüleme alanında olduğunu görüyoruz. Diagnostik radyolojideki çalışmaları görünce bizim alanımızdan çok daha önce radyolojide kullanıma gireceği görülüyor. Ancak bu uygulamaları moleküler görüntülemedeki kullanımı takip edecektir. Günümüzde onkolojik bir vakada tüm vücut FDG PET görüntülerin bir nükleer tıp uzmanı tarafından değerlendirilmesi 30 dakikayı geçebiliyor. Yapay zekâ kullanımı ile nükleer tıp uzmanının görüntüleri değerlendirme süresinde ciddi biz azalma söz konusu olacak. Yapay zekâ uygulamalarıyla, örneğin tümör ile ilgili kantitatif verilerin hesabı ve görüntülerin değerlendirmesi 5-6 dakikalara inebilir. Tanı koymakta veya tedavi etkinliğinin değerlendirilmesinde zorluk çekilen olgularda ve ayırıcı tanıda yapay zekâ uygulamalarının yapacağı yönlendirmeler, hekime önemli bir destek sağlayacaktır. Ancak moleküler görüntülemenin dinamik yapısı ve kullanıma girecek yeni radyofarmasötikler için yapay zekâ uygulamaların kullanıma girmesinde bir veri tabanına ve bunun için de zamana ihtiyaç duyulacak olması muhtemel. Diğer taraftan, yapay zekânın, hekimlerin değerlendirme görevlerini tamamen üstleneceğine dair endişeler olduğu görülüyor. Ancak teknolojinin önünde durmak yerine ona adaptif yaklaşımlar üretmenin biz hekimler için hem zorunlu hem de faydalı olacağını düşünüyorum. Yanımızda bize yardımcı olacak ikinci bir göz olması işimizi kolaylaştırabilir ve bu sayede daha güvenli sonuçlar daha hızlı üretilebilir.