“57. Ulusal Nöroloji Kongresi, “Hibrit Kongre” formatında Antalya’da yüz yüze ve canlı yayınla online olarak gerçekleştirildi.
İnme, multipl skleroz, parkinson hastalığı, alzheimer hastalığı gibi tüm nörolojik hastalıklarda güncel gelişmelerin yer aldığı kongrede, Türk Nöroloji Derneği, uyku bozukluklarına dikkat çekmek için bu yıl kongrenin ana temasını “Uyku Tıbbı” olarak belirledi. “Uyku Tıbbı”, uykunun nörofizyolojisi ve hastalıkları, özellikle nörolojik hastalıklar ile ilişkileri kapsamında ele alındı.
57. Ulusal Nöroloji Kongresi ve Türkiye’de en sık görülen nörolojik hastalıklar hakkında bilgiler düzenlenen basın toplantısında; Türk Nöroloji Derneği Başkanı Prof. Dr. M. Akif Topçuoğlu, Türk Nöroloji Derneği Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Murat Terzi, Türk Nöroloji Derneği Uyku Tıbbı Moderatörü Doç. Dr. Gülçin Benbir Şenel, Türk Nöroloji Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. Demet Özbabalık, Türk Nöroloji Derneği Saymanı Prof. Dr. İbrahim Öztura, Türk Nöroloji Derneği Yönetim Kurulu Üyeleri Prof. Dr. Nerses Bebek, Prof. Dr. Kayıhan Uluç ve Uzm. Dr. A. Onur Keskin tarafından aktarıldı.
“Beyin sağlığı olmadan sağlık olmaz”
Türk Nöroloji Derneği Başkanı Prof. M. Akif Topçuoğlu toplantıda yaptığı konuşmada; “Yaşadığımız yüzyılda gelişimini ve etkisini büyük bir ivme ile artıran “Nöroloji”, sadece bilim alanında değil, hayatın pek çok alanında etkili olarak, bütün dünyada gelişmeye devam etmektedir. Sağlık politikaları oluşturulurken “Beyin sağlığı olmadan sağlık olmaz” vurgusu her platformda yapılmaktadır. Nörolojik hastalıklar, hasta ve hasta yakınları, sağlık alanında çalışanlar için en fazla sağlık yükü oluşturan hastalık gruplarındandır ve sağlıkla yaşanacak yılların kaybında nörolojik hastalıklar ilk sıralarda yer almaktadır. Dünya çapında global kayıpta %10’luk kısmı nörolojik hastalıklar oluşturmaktadır. Türkiye nöroloji uzmanları olarak, alanımızdaki gelişmeleri yakından izlemeyi, hekimlik pratiğimizde karşılaştığımız engel ve sorunları çözmeye çalışmayı, çalışmalarımızı, bilgimizi ve deneyimlerimizi paylaşmayı ve bu gelişmelere katkıda bulunmayı hedefleyen ulusal kongremiz, bu yıl yine sadece ülkemize değil, bölge ülkelerindeki nörologlara da hitap edecek bir organizasyonla hem fiziki hem de online olarak gerçekleştirilmektedir” dedi. Prof. Topçuoğlu; Ulusal Nöroloji Kongrelerinin her yıl toplumda yaygın olan ve nörolojik alanda önemli araştırmaların yapıldığı ayrı bir hastalığı veya hastalık grubunu öncelikle ana tema olarak belirlediğini söyleyerek, “Bu yılki ana temanın Uyku Tıbbı olduğunu, multi-disipliner yaklaşım, uyku ile ilişkili hastalıkların tanınması ve hastaların Uyku Tıbbı ile ilgilenen hekimlere yönlendirilmesinin önemini” vurguladı.
Türk Nöroloji Derneği Uyku Tıbbı Moderatörü Doç. Dr. Gülçin Benbir:
Uyku, bilincin askıya alındığı, ancak zihinsel aktivitenin devam ettiği hayati ve kaçınılmaz süreçtir. Kendi içerisinde farklı bilinç düzeyi durumları (uyku evreleri) içerir. Uyanıklık ve uyku döngüsünün zaman ile ilişkili olarak düzenlenmesi genetik (sirkadiyen) etkiler ile gerçekleşir. Vücuttaki/kandaki maddeler ile ilişkili (homeostatik) etkileşimler ise uykunun içeriğini ve derinliğini düzenler. Işık (melatonin), vücut ısısı (ateşli hastalıklar), yemek düzeni (iştah, açlık), hormonlar (adet düzeni), sosyal aktiviteler ve duygu durum (depresyon) ve ilaç/madde kullanımı (kahve, çay) gibi dış etmenlerin de uyanıklık ve uyku döngüsü üzerinde etkileri vardır. Uykunun süresi ve zamanı kişiye özeldir ve genetik olarak belirlenir. Normal olarak kabul edilen uyku süresi 6-10 saat arası olmakla birlikte, herhangi bir hastalık ile ilişkili olmaksızın daha kısa veya uzun uyku süresine ihtiyaç duyan “normal” bireylerin de var olduğu unutulmamalıdır.
Sağlıklı bir uyku olmazsa, hafıza etkilenir, dikkatte azalma gözlenir, iş ve trafik kazaları meydana gelir, hipertansiyon ve kalp krizi gibi kalp ve damar hastalıkları ile beyin felci gibi beyin damar hastalıkları riskinde artış görülür, bağışıklık sisteminin zayıflaması ile hastalıklara yatkınlık oluşur, kilo alımı ve diyabet gelişimi izlenir ve psikolojik problemler ortaya çıkar.
Hayatımızın yaklaşık üçte birlik dönemini kapsayan uykunun görevleri oldukça fazla ve önemlidir. Fizyolojik yenilenme ve tamir, öğrenilen bilgilerin kalıcı hale getirilmesi ve hafızanın yapılandırılması, bağışıklık sisteminin güçlenmesi, kardiyovasküler sistemin relaksasyonu, stres ve endişenin giderilmesi ve hormonların düzenlenmesi için sağlıklı bir uyku süresi ve içeriğinde ihtiyaç vardır. Sağlıklı bir uyku yapısını bozan her türlü iç ve dış etmenler, uyku süre ve zamanlamasındaki değişiklikler, uyku içeriğinin bozulması ve uyku hastalıkları uykunun fonksiyonlarını etkiler.
Prof. Benbir: “Bağışıklık sistemi ve enfeksiyonlar ile mücadelede uyku oldukça önemli”
Özellikle son iki yıl içerisinde en önemli toplum sağlığı problemi halini alan COVID-19 pandemisi sürecince, bağışıklık sistemi ve enfeksiyonlar ile mücadelede uykunun oldukça önemli olduğu bir kez daha anlaşılmıştır. Üstelik artan stres ve hastalık korkusu, insomni (uykusuzluk hastalığı) başta olmak üzere uykunun süre ve kalitesinde belirgin azalmalara neden olmuş, uyku yoksunluğuna ikincil olarak bağışıklık sisteminin etkilenmesine yol açmıştır. Bağışıklık sisteminde görev alan hücrelerin çoğalması, gün içinde karşılaştıkları zararlı bakteri ve/veya virüslere karşı geliştirdikleri defans mekanizmalarını diğer hücrelere aktarmaları ve direnç gelişiminin sağlanması, ancak sağlıklı bir uyku esnasında mümkün olmaktadır. Tıpkı hafızanın oluşmasında olduğu gibi, uyku, bağışıklık sistemindeki hücrelerin de hafızasının gelişmesine, bir başka deyişle, aynı zararlı bakteri ve/veya virüs ile karşılaştığında, uygun cevabın savunma hücreleri tarafından hatırlanarak verilmesine olanak tanır. Aşı sonrası antikor yanıtlarının gelişmesi için de sağlıklı uyku önemli bir destekleyici rol oynar. Uykunun süre ve içeriği ile ilişkili etkilenmesi, bağışıklık sisteminin sağlıklı bir şekilde çalışmasını bozar, enfeksiyon gelişimine yatkınlık oluşturur ve hastalık seyrinin de kötüleşmesine neden olur.
Uyku yoksunluğu ve uyku bozuklukları, çalışma yaşamı ve iş verimi için de önemli bir tehdit oluşturmaktadır. Uyku süresinde azalma veya artma, uyku kalitesinde bozulma, uyku hastalıklarının varlığı ve uyumak için ilaç kullanmanın iş veriminde belirgin bir azalmaya neden olduğu çok sayıdaki çalışma ile gösterilmiştir. Dikkatte belirgin azalma iş veriminde belirgin azalmaya, çok sayıda iş bırakmaya ve uzun süreli çalışamamaya neden olur. Çalışanların uyku yapısı ile beklenilen iş yükü arasındaki ilişkinin doğru kurulması gerekir. Bu konuda işverenin rolü ve sorumlulukları büyüktür.
Türk Nöroloji Derneği Başkan Yardımcısı: Prof. Dr. Murat Terzi:
Nöroloji alanına özellikle genç erişkin yaş grubunda daha sık görülen ve kısa adı ile MS (Multipl skleroz) olarak bilinen hastalık toplumda her yüz bin kişide yaklaşık 80 ila 150 kişide görülebilmektedir. Genç yaş grubunda en önemli nörolojik özürlülük nedenlerinden biri olarak bilinen bu hastalıkta hem tanı hem de tedavi sürecinde son yıllarda önemli ve hızlı gelişmeler olmaktadır. Tanı ile ilgili ileri MR teknolojik gelişmeleri ve PET incelemeleri ile görüntülemede daha net bilgiler elde edilebilmektedir. Ayrıca kan tetkikleri ve bel suyu (BOS) incelemeleri ile bağışıklık sistemi ile bu hastalık arasındaki ilişkiyi daha net ortaya koyan çalışmalar da son yıllarda artış göstermiştir. MS tedavisinde hastaların atak ve özürlülük artışını önleyebilen ilaçlarda da önemli bir çeşitlilik görülmektedir. MS tedavisinde uzunca bir süredir kullanılan enjeksiyon tedavileri ile birlikte son 10 yıl içinde kullanımı ile deneyimin daha da arttığı oral tedaviler ve monoklonal antikor tedavilere hastaların klinik ve radyolojik özelliklerine göre yer verilebilmektedir. MS ayırıcı tanısında önemli bir yer tutan ADEM ve NMO (Devic Hastalığı) gibi hastalıkların da tanı ve tedavisinde gelişmeler bulunmaktadır. Özellikle NMO hastalığında tekrarlayan atakların önlenmesine yönelik immün baskılayıcı ilaçlar uzun yıllardır kullanılmakta olup, bu tedavilere yanıt alınamayan durumlarda sitokin ve kompleman sistemi olarak bilinen mekanizmalar üzerinden etkili olabilen bazı ilaçlara da yer verilebilmekte ve başarılı sonuçlar alınabilmektedir. COVID- 19 pandemi süreci içerisinde MS hastalarının hastalık veya kullandıkları ilaçlar nedeni ile COVID-19’a daha fazla yatkın olup olmadıkları veya COVID-19’un bu hastalarda daha ağır geçirilebileceği, aşı etkisinin ne olacağı gibi bilinmezler pandeminin ilk günlerinde daha fazlaydı. Pandemi sürecinde MS hastalarının normal popülasyona benzer bir yatkınlığa ve klinik seyre sahip oldukları gözlendi.
Bu yıl düzenlenen kongremizde de hem MS hem de NMO ve ADEM gibi immün nörolojik hastalıkların tanı, ayırıcı tanı ve tedavisine oturumlarda yer verildi ve güncel gelişmelerin katılımcılara aktarılması amaçlandı. Ayrıca bu hastalıkların COVID-19 sürecinde yönetimi ile ilgili konulara da bu oturumlarda yer verildi. Son yıllarda önemi daha da artan ve nörobilimde de önemli bir yeri olan dijitalleşme, makine öğrenimi ve yapay zeka konularına da bu yılki kongremizde yer verildi. Bu alanda yapılabilecek multidisipliner çalışmaların öneminin ortaya konulması amaçlandı.
Türk Nöroloji Derneği Genel Sekreteri Prof. Dr. Demet Özbabalık:
Pandemi ile geçen son iki yıl nörolojik hastalıklar açısından zorlu bir dönem olmuştur. SARS Cov 2 virüsünün nörotropik etkisi birçok nörolojik hastalığa yol açmakla kalmamış, var olan nörolojik hastalıkların ilerlemesine de yol açmaya devam etmektedir. Yaşlılar ve bu yaşın en önemli hastalıklarından biri olan Alzheimer demans ve tüm demanslar için de benzer bir durum söz konusudur. COVID-19 gerek kendisine yakalanan yaşlılarda yaptığı beyin değişiklikleri gerekse hastalıktan korunmak için gerekli kılınan sosyal izolasyon nedeniyle yaşlı topluluklara diğer yaş gruplarına göre daha fazla zarar veren bir durum oluşturmuştur. Bu dönem içinde yapılan bilimsel gözlemler, hastalığı geçiren kişilerde, Alzheimer hastalığına ait patolojilerin ve hastalık belirtilerinin artabilmesi yanı sıra, uzamış bilişsel bozulmaların da olabileceği şeklindedir. Bu durum, COVID-19’a karşı aşılanmanın önemini bir kez daha ortaya koymaktadır.
Zihnin yitirilmesi anlamını taşıyan demans kelimesi, bir hastalık olmaktan çok, farklı yaşlarda farklı belirtiler ile ortaya çıkan pek çok hastalığın bir ortak isimlendirilme şeklini ifade eder. Alzheimer hastalığı da yaşlı topluluğun en sık görülen demans tipi olarak bilinmektedir. Son yıllarda artan sayısı ile Alzheimer hastalığı, insanlığın geleceği için önemli bir halk sağlığı sorunu olmakta, etkileri toplumların sadece sağlık parametrelerini değil finansal ve sosyolojik yapılarını da olumsuz bir devinime sürüklemektedir. Alzheimer hastalığının erken dönemde tanısı günümüzde mümkündür. Genetik inceleme, farklı görüntüleme yöntemleri, kan ve diğer vücut sıvılarından alınan örneklerle hastalık tanısının en erken dönemden itibaren konabilmesini sağlamaktadır. Erken tanı koymanın önemi, ancak bu dönemlerde uygulanabilirse etkin olabilecek ve çok yakın gelecekte ulaşılabilecek tedavilerin hastalara zamanında uygulamasını olanaklı kılmasıdır.
Türk Nöroloji Derneği Saymanı Prof. Dr. İbrahim Öztura:
Epilepsi, nüfusun %1’ini etkileyen, bir nörolojik hastalıktır.
Sara hastalığı olarak da bilinen epilepsi, kısa süreli bir beyin fonksiyon bozukluğudur ve beyin hücrelerinde geçici anormal bir elektrik aktivitesinin yayılması sonucu ortaya çıkar. Epilepsi, dünya nüfusunun yaklaşık %1’ini etkilemektedir. Hastalık, erkek ve kadınlarda eşit sıklıkta görülmektedir. Epilepsi nöbetleri herhangi bir yaşta ortaya çıkabilmekle birlikte, çocukluk ve yaşlılık döneminde daha sık ortaya çıkmaktadır.
Epilepsi nöbetleri klinik olarak çok değişik şekillerde görülebilir. Kırktan fazla epilepsi nöbet tipi tanımlanmıştır. Epileptik nöbetler temelde: fokal (beyinde bir bölgeye sınırlı başlayan nöbetler) ve jeneralize (beyinde yaygın olarak başlayan nöbetler) olmak üzere iki temel klinik altında sınıflandırılmaktadır. Fokal nöbetler beynin bir bölümünden başlarlar. Elektriksel deşarj ya o bölgede kalır ya da beynin diğer bölgelerine yayılma gösterir. Jeneralize nöbetler ise tüm beyinde yaygın olarak ortaya çıkarlar. Nöbet tipinin bilinmesi, hangi epilepsi ilacının daha etkili olacağı konusunda yol gösterici olması açısından büyük önem taşımaktadır.
Epilepsi tanısı klinik ve Elektroansefalografi (EEG) temelindedir. Hastanın nöbetlerinin hasta ve yakınları (görgü tanıkları) tarafından tanımlanması önemlidir. Gelişen teknoloji ile birlikte video kaydının kolaylaşması ile, nöbet videoları tanısal anlamda çok katkı sağlamaktadır. Elektroansefalografi 1950 yıllardan beri yaygın olarak kullanılmaya başlanan bir yardımcı inceleme yöntemidir. Bu yöntem ile beynin ürettiği elektriksel aktivite EEG dalgası olarak kayıtlanmaktadır ve video ile senkronize EEG çekimi epilepsi tanısında altın standart tanı yöntemini oluşturmaktadır. EEG her yaş grubunda uygulanabilen bir incelemedir, dışarıdan hastaya herhangi bir ilaç, radyasyon, elektrik vs verilemediği içinde herhangi bir zararlı etkisi de bulunmamaktadır.
Epilepside tedavi ilaç temellidir. Doktoru tarafından ilaç tedavisi başlanmasına karar verilen hastada, epilepsi teşhisi sonrasında, nöbetleri kontrol altına alacağını düşünülen ilacın seçimi ardından ilaç dozu kademeli olarak artırılarak nöbetler kontrol altına alınmaya çalışılır. Genellikle tek bir epilepsi ilacı ile tedaviye başlanmakta, eğer bu ilaç nöbetleri yeterince kontrol altına alamıyorsa, o zaman ilaç değişimi veya ikinci bir ilacın tedaviye eklenmesi yapılmaktadır. İlaç tedavisinde en önemli nokta nöbetleri durdurmaya yönelik olarak seçilen ilaçların düzenli ve planlı kullanımıdır. Her beş hastadan dördünde uygun ilaçlar seçildiğinde ve yeterli dozda alındığında nöbetler ortadan kalkmaktadır. İlaç tedavisi esnasında düzenli kontroller ilaç etkinliğinin ve ortaya çıkabilecek yan etkilerin izlemi açısından önemlidir.
Yaşamımızın yaklaşık üçte birini uykuda geçirmekteyiz ve uyku hastalıkları sadece uykumuzu değil gündüz uyanıklık halimizi de etkileyebilmektedir.
Uyku ile ilgili görülen en sık yakınmalar, uykusuzluk ve aşırı uykululuktur. Uykusuzluk; uykuya dalma, uykuyu sürdürme ve sonlandırmaya ilişkin sorunlarla karakterize, dinlendirici olmayan bir uykudur. Kişilerin yeterli süre ve kalitede uyuyamadığı için dinlenemediği, yeni bir güne hazır olmadığı durumlar olarak tanımlanabilir. Oldukça sık görülmektedir. İnsanların %50’si yaşamlarının bir döneminde uykusuzluk yakınması tanımlamaktadırlar.
Aşırı uykululuk ise uyku-uyanıklık hastalıklarının temel semptomudur. Uykunun yeterli süre ya da kalitede olmaması durumunda bunun karşılanması için ortaya çıkan fizyolojik bir gereksinim olarak oraya çıkmakla birlikte, gece uyku miktarı ya da kalitesinden bağımsız olarak da ortaya çıkabilir. Hastanelere uyku-uyanıklık bozukluğu ile başvuran hastaların yaklaşık yarısında aşırı uykululuk mevcuttur.
Türk Nöroloji Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Nerses Bebek:
“Nörolojik hastalıkların büyük çoğunluğu çevresel nedenler genetik yatkınlığa eklendiği zaman gelişir”
Toplumdaki hastalıkların çoğu gibi nörolojik hastalıklar da genetik bir temele bağlı gelişebilir. Nörolojik hastalıklarda bazen anne ve babadan çocuklara aktarılan gen şifrelerinden tek birinin veya her ikisinin değişime uğraması (mutasyon) hastalığı oluşturabilir. Ancak nörolojik hastalıkların %90’ı çevresel nedenler genetik yatkınlığa eklendiği zaman gelişir.Bir veya daha fazla gen ile çevresel faktörlerin etkileşimini içeren karmaşık nedenlere bağlı olarak ortaya çıkarlar. Bunlar içinde migren, epilepsi hastalıkları, Alzheimer Hastalığı, Parkinson, Huntington Hastalıkları, kas hastalıkları sık karşılaşılan ve iyi bilinen örneklerdir. Nörolojik bulguların görüldüğü daha az bilinen veya daha az duyulmuş nadir pekçok kalıtsal nörolojik hastalık bilinmektedir.
Son 50 yılda gelişen bilim ve teknolojiye paralel olarak bilgi birikimi hızla artmıştır. Aile içi ve toplumda hastalıkların dağılımına, oluşumuna, kontrolüne neden olan genetik özelliklerin incelenmesi, hastalıklar ile genetik alt yapı arasındaki ilişkilerin belirlenmesini sağlamaktadır. Gen – çevre etkileşimi konuları ile ilgili genetik çalışmalar yapılmaktadır. Çevre faktörleri ile genlerin etkileşimini her zaman net olarak belirlemek kolay olmayabilir fakat sigara içenlerde kanser olasılığının artması bu etkileşime en iyi örnektir. Genetik yapımızı değiştirmek mümkün olamayacağı için sağlıklı yaşamak bu tür hastalıklarda büyük önem taşımaktadır.
Nörogenetik hastalıklar sinir siteminin birçok farklı kısmını etkileyebilir. Örneğin sadece kaslar etkilediğinde güçsüzlük, yorgunluk, merdiven çıkamama, kaslarda erime görülebilir. Beyinin belli bölgeleri etkilendiğinde unutkanlık günler, yıllar içerisinde artarak ilerleyebilir, Parkinson hastalığında olduğu gibi hareket sorunları görülebilir. Kişinin olağan yaşantısı dışında gelişen her bulgu devamlılık gösteriyorsa mutlaka doktora başvurulmalıdır. Bazen bulgular sinsi ilerleyebilir veya doğumdan itibaren olduğu için olağan kabul edilebilir. Ancak örneğin akranları gibi koşamadığı farkedildiğinde çocuğun bir sorunu olabileceği akla getirilmelidir.
Türk Nöroloji Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Kayıhan Uluç:
COVID-19 pandemisinde nöromusküler hastalıkların seyrinin değiştiğine dair bilimsel bir kanıt bulunmamaktadır. Nöromusküler hastalıkların varlığı veya bunların tedavisinde kullanılan ilaçlar COVID-19 aşısı olmaya engel değildir. Türk Nöroloji Derneği olarak nörolojik hastalığı olsun veya olmasın tüm halkımızı COVID-19 aşılarını olmaya davet ediyoruz.
Türk Nöroloji Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Uzm. Dr. A. Onur Keskin:
Her geçen gün Nörolojik bilimlerin tüm dünyada öneminin arttığı, büyük şirketlerin ve teknoloji devlerinin “Nörobilim”e milyarlarca dolar yatırım yaptığı bir çağda yaşıyoruz. Önceden çaresinin olmadığı kabul edilen hastalıkların tedavilerinin bulunmaya başladığı günümüzde Nöroloji uzmanlığının değeri de günbegün artmaktadır. Nöroloji uzmanları, uzun çalışma süreleri ve ağır çalışma koşulları altında çalışmaktadır. Ülke çapında yaklaşık 500 Nöroloji uzmanının yanıtladığı “Nöroloji Uzmanlarının Çalışma Koşulları” anket çalışmamızdan bazı çarpıcı bilgileri sizlerle paylaşmak isteriz.
Son dönemde Türkiye’de hekim ve sağlık camiasında giderek artan tükenmişlik ve çalışma koşullarından kaynaklı memnuniyetsizlik nöroloji hekimlerinde de fazlasıyla görülüyor. Nöroloji uzmanlarının yüzde 67’si çalışma koşullarından memnuniyetsiz…
Nöroloji uzmanları ağır çalışma koşullarında mesleklerini icra ediyorlar. Nöroloji uzmanlarının yüzde 63.4’ü ayda 3-6 arasında değişen sayıda nöbet tutarken, yüzde 14’ü 6’dan da fazla branş nöbeti tuttuğunu ifade ediyor. Üçte ikisi nöbet sonrasında izin kullanmayıp 24 saat ve daha uzun süreler çalışıyorlar. Branş nöbeti dışında çalıştıkları kurumda ortalama 6 farklı şekilde de nöbete dâhil ediliyor Nöroloji uzmanları…
Nöroloji uzmanlarının yarısından fazlası, kendilerini mesleki olarak geliştirmek ve güncel bilimsel bilgiye sahip olmak istediklerini ancak kurumlarında eğitim ve bilimsel faaliyetler için yeterince zaman ayrılmadığını dile getiriyor. Nörologların yüzde 54,3’ü günde 60’ın üzerinde hasta bakıyor. Yüzde 18,8’i ise günde 100 hastadan fazlasına sağlık hizmeti sunmak zorunda kaldığını söylüyor. Sağlıkta şiddet Türkiye’deki tüm hekimler gibi nörologların da yakıcı bir sorunu. Nöroloji uzmanlarının yüzde 73’ü son bir yıl içinde çalışma ortamında sözel veya fiziki şiddete, yüzde 59’u çalıştığı kurumda mobbinge maruz kaldığını ifade ediyor. Nöroloji uzmanları tükenmiş durumda… Yüzde 56’sı sıklıkla depresif ve tükenmiş hissettiğini dile getiriyor.
Son bir yıl içinde bildiğiniz gibi kamuda çalışan binlerce hekim işlerinden ayrıldılar. Giderek artan olumsuz çalışma koşullarında nöroloji uzmanlarının %83,3’ünün de işlerini bırakmayı ya da değiştirmeyi düşündüklerini ifade etmeleri boşuna değil… Daha da acısı yüzde 48,8’i ülkeden umudunu kesmiş başka bir ülkede çalışmayı düşünüyor. Nöroloji uzmanlarının yarısından fazlası adli veya idari bir sorun yaşadığında hiçbir resmi kurum veya sendikanın kendisine yardım etmeyeceğini düşünüyor. Nörolojik bilimlerde ülkemizin hak ettiği yüksek seviyeye erişmek için ülkemizin yetiştirdiği bilim insanlarının sorunlarına çözüm üretilmesini, uygun bilimsel ve insani çalışma ortamlarının sağlanmasını talep ediyoruz.