Aylin ALTUNTAŞ yazdı…
SPA kelimesi Latince’de ‘Selus Per Aqua’ yani ‘Su ile Gelen Sağlık’ sözcüklerinden türetilmiştir. Şifalı su Merkezleri ile ünlü Karlovy Vary’nin Balneology Enstitüsü Başkanı Dr. Ladislav Spisak ile ilk 25 yıl önce Pamukkale’deki Termal Otellere danışmanlık yaptığı sırada tanışmıştım. 2019 yılında İstanbul Future Healthcare Konferansı’na konuşmacı olarak katıldığında; “hiç değişmemişsiniz sırrınız nedir?” diye sorduğum soruya verdiği “SPA’da yaşıyorum” cevabına birlikte güldük.
Roma İmparatorluğu’nda Hamam geleneği bir yaşam tarzıydı. Sıradan bir Romalı için öğleden sonra hamama gitmek rutin bir gelenekti. Hamamlar yıkanıp yenilenme ritüelinin ötesinde, Meclis meselelerinin tartışıldığı; yıkanma sonrası oynanan oyunlar ve spor faaliyetlerle fiziksel sağlığın korunduğu; Hamam komplekslerinin içine inşa edilen konferans salonları, kütüphane gibi alanlarla zihinsel faaliyetlerin yer aldığı bütünsel yapılardı.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde Roma Hamamlarına tellak, kese, sabun ilavesiyle masaj kültürü; sazlı sözlü eğlencelerle sosyalleşme geleneği eklenmiştir. Ortaçağ’da Katolik Kilisesi’nin kuralları, Kilise suyuyla kutsanan insanların, vaftiz sonrası yıkanılmamasını tavsiye ediyordu. 15. yy İspanya Kraliçe’si Isabella 53 yıllık hayatında, doğumunda ve evlendiğinde olmak üzere sadece iki defa yıkanmış olmasıyla övünürdü. Kraliçe İsebella’nın giydiği çamaşırların rengi, renk skalasına soluk grimsi-sarımtırak bir renk olan İsabella sarısının eklenmesine sebep olmuştur… Bu dönemde ünlenen ve günümüze dek gelen Avrupa parfümlerindeki kalıcılığın simyasına şaşırmamak gerekir.
Duygusal Zeka’nın isim babası Prof. Dr. Daniel Goleman inovasyonu anlatırken: “Öncelikle, konuya ilişkin bilgiler toplayarak zihnimizi hazırlıyoruz; ardından, beynimiz soruna kararlı yoğunlaşma ile serbestçe dolaşma arasında mekik dokuyor. Yani, kendimizi her türlü bilgiye açık bırakırken, elimizdeki soruna ilişkin hazırda bekliyoruz; seçici bir dikkat kullanarak, aklımızın serbestçe dolaşmasını ve çözümün doğaçlama gelişmesini sağlayan bir açık farkındalık kullanıyoruz. İşte bu yüzden taze fikirler, yoğun bir çalışma sonrası aklımıza duşta, yürürken veya koşu yaparken geliyor.” Diyerek suyla gelen şifaya güncel bir boyut kazandırmıştır. Goleman’ın yazısını okuduktan sonra, Arşimet’in hamamdan bir prensip keşfiyle fırlamasının sebebini de anlamış olduğumu itiraf etmeliyim…
Ulu Önderimiz Atatürk, 1. Dünya savaşı sırasında ağır bir böbrek hastalığı nedeniyle bozulan sağlığına kavuşmak için Karlsbad (bugünki adıyla Karlovy Vary-Çek Cumhuriyeti)’nde tedavi görmüş; “Karlsbad Hatıraları”nı Temmuz 1918’de bu şehirde kaleme almıştır.
Cumhuriyet sonrası gelişen Türkiye’mizde Yalova, Bolu, Bursa, Denizli, Afyonkarahisar, Ankara, Yozgat, Erzurum, Sivas, Samsun gibi 41 ilimizde termal su merkezi bulunmaktadır. Doğal termal su kaynağı zenginliği açısından Türkiye termal sularımız Avrupa’da ilk sırada, dünya çapında ise ilk 7 ülke arasındadır. Metabolizma hızını artıran, kükürt içeriğiyle sinir sistemini uyarıp kan dolaşımını hızlandıran termal sular sindirim sistemi, kalp ve damar hatalıkları, böbrek ve idrar yolu rahatsızlıkları, kireçlenme, bel fıtığı, romatizmaya iyi geliyor. Astım, bronşit gibi solunum yolları hastalıklarının tedavisinde faydalı oluyor. Sedef, egzama, akne gibi cilt problemlerine şifa veriyor. Termal suların, sinir bozukluğu, stres gibi nörolojik hastalıkların tedavine katkı yaptığı da bilinmektedir.
2019 yılı Türkiye’deki termal tesislerden 750 bini yabancı olmak üzere 3 milyon civarı turistten yaklaşık 1 milyar dolarlık gelir sağlandı. Dünya Termal Turizm bütçesi 100 milyar dolar civarıdır. Kaynak zenginliği açısından 7. sırada olduğumuz dünya sıralamasında aldığımız gelirdeki payı artırmak milli bir görevdir.
Suya sabuna dokunarak,