Bazen eski defterleri karıştırırken hazırladığım bir dosyaya rastlıyorum; gizli bir hazine bulmuşçasına seviniyorum. Bugün, o günlerden biri. Markalaşmakla ilgili notlarım.
Interbrand’in en iyi global marka değerlendirmesine girebilmenin ön şartları:
- Gelirlerin en az %30’unun kendi ülkesi dışındaki satışlardan, bu satışların en fazla %50’sinin tek bir kıtadan gelmesi
- En az 3 büyük kıtada varlık göstermesi
- Finansal performansına ilişkin halka açık yeterli miktarda veri olması
- Ekonomik karının pozitif olması
- Kendi pazarının dışında da yüksek bilinirliği olması
Marka değeri belirlenirken 3 ana nokta esas alınıyor: Finansal performans, markanın tüketicinin alım kararındaki etkisi ve markanın gücü.
Marka gücünü ölçmek için belirlenen kriterlerden bazıları:
Bağlılık: Şirketin markaya yatırım yapmaya ne kadar kararlı olduğu
Koruma: Taklitle etkin savaş, gerekli hukuki tescilleri her pazarda yaptırmak ve taklitçilerin peşini bırakmamak
Açıklık: Markanın değerlerinin, konumunun ve marka sözünün herkesçe net bilinmesi
Hızlı Çözüm Sunma: Pazar değişikliklerine, güçlüklerine ve fırsatlarına markanın adaptasyon yeteneği
Özgünlük: Başka markalar tarafından taklit edilmesi zor ve çoğu zaman geçmişten gelen bir geleneği olan
Uygunluk: Markanın müşterinin ihtiyaç ve isteklerini farklı coğrafyalarda ne kadar anlamlı bir şekilde karşılayabildiği
Anlayış: Müşterinin markayı, markanın müşteriyi ne kadar iyi anladığı
Tutarlılık: Markanın her noktada tutarlı bir şekilde sözünü yerine getirmesi ve kimliğini ortaya koyması
Markaların uzun dönemde başarılarını korumak için öngörülen son iki özellik:
Mevcudiyet: Varlığını sürdürebilmek
Ayrışma: Farklılığını sürdürebilmek
Bu kriterlere son yıllarda muhtemelen sürdürebilirlik ve iklim değişikliğine etki ile inovasyon kabiliyeti gibi ölçütler de eklenmiştir…Fazla dedikoduya girmeden, bu konuyu böylece ortaya bırakmış olayım.
Son dönemde iş sebebiyle sık sık Avrupa’nın farklı ülkelerini dolaşmaktayım. Genel olarak şaşırdığım ve ürktüğüm bir konu var; sokakta uyuyan evsizlerin sayısındaki anormal artış. Geçmişte içki mağduru insanlar yerini, daha da ürkütücü şekilde uyuşturucu bağımlısı kişilere bırakmış. Los Angeles’ta evsizlere ait bir geniş bir bölge bile var. Tütün kartellerinin reklam ve film karakterleri aracılığıyla yaydığı sigara tiryakiliği (ki Red Kid bile sigara içerdi); sigaranın yasaklanıp, uyuşturucunun serbest bırakılması biçimine mi dönüşüyor? Üstelik sadece yasal olmayan şekilde de değil. İlaç firmaları ve doktorları da aracı olarak kullanarak. Gerçek bir hikayeden yola çıkan Painkiller (Ağrıkesici) dizisini izlemediyseniz, izleyebilirsiniz.
Fentanyl (güçlü ağrıkesici) kullanımı için, ABD’de 4. Büyük dalgadan bahsediliyor. Fentanyl kullanımı, aşırı doz kullanımıyla ölümlerin %70’ini oluşturuyor. Antidepresanlar peynir ekmek gibi satılıyor. Ketamin (ağrı kesici) kullanımı, Wallstreet’te stresten kaçınmaya yaradığını iddia eden en varlıklı kişilerin günlük diyetlerinin içinde yer alıyor. Hint kenevir bitkisinden elde edilen esrar familyası: Kannabis, Marihuana, Haşhaş, Kendir, Yabani ot… Kenevir (marihuana) için birçok ülke, medikal kullanımı dışında da kullanılmasına yeşil ışık yakan yasal düzenlemelere gidiyor. Esrar çiçeğinden yapılan ot kullanımı, birçok ülkede serbest. ABD, Avrupa film ve dizilerdeki kokain, eroin gibi uyuşturucu kullanımı, geçmişte sigara kullanımının normalleştirilmesi ve hatta özendirilmesini andırır miktarda artışta. Yapılan araştırmalarda ise, ergenlik çağında içilen marihuana, ileri yaşlardaki aşırı heyecan, paranoya, depresyon ve intihar eğilimi gibi ruhsal hastalıkların oluşmasını %450 artırıyor.
Beyinlerimizi uyuşturup, ne yapmayı planlıyorsunuz diye sormak içimden geldi…
Referanslar:
1.‘How the fentanyl crisis forth vawe has hit every corner of the US’ by Nadine Yousif, The Economist
2. Sarah Green Carmichel, Bloombergopinion
3.Dr. Daniel Amen @timeinvestors