Yerli otomobil, yerli uçak, yerli silah gibi moda açıklama serisine Sağlık Bakanı veya bir yetkilisi yerli aşı üreteceğiz, dünya’da aşı üssü olacağız şeklinde açıklamalarla birkaç ayda bir katkı da bulunuyor. Son bir iki açıklamadan sonra ‘yerli aşı da neydik ne olduk’u merak ettim, sizlerle de paylaşmak istedim.
Biraz tarih defterini karıştırınca vakti ile aşı konusunda Türkiye’nin (Osmanlı’dan itibaren) hiç de fena durumda olmadığını görüyoruz. Hatta aşı tarihinde Osmanlı Padişahı adı bile geçiyor. Tarihte aşı konusunda ilk uygulama M.Ö. 590 yıllında Çin’de Sung Hanedanı döneminde çiçek hastalığından korunmak amacı ile ciltteki iltihaplı maddelerin sağlıklı kişilerin burnuna verilmesi şeklinde ifade ediliyor. Sistematik aşılama da yine çiçek aşısı ile Edward Jenner tarafından başlatıldığı kaynaklarda geçiyor. İlk çiçek aşısı uygulamasının da Osmanlı’dan Avrupa’ya bilgi transferi şeklinde olduğu söyleniyor. Osmanlı döneminde çiçek hastalığına tutulmuş birinin döküntüleri, ceviz kabukları ve incir yaprakları arasında biriktirilerek çiçek çıkartmamış çocukların derileri çizilerek uygulanarak, üzerinin gül yaprağı ile kapatıldığı, bu sayede ölüm oranının %17’den %1’e düşürüldüğü ve bu durumun İngiliz elçinin eşi tarafından İngiltere’ye bildirilmiş ve Avrupa da benzeri uygulamanın oluşturulduğu bilgisi kitaplarda yer almaktadır.
Diğer bir tarihsel bilgi ise Pasteur’la ilgilidir. Okan Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Semih Baskan’dan ilk duyduğumda şaşırmış, ondan sonra kitaplara başvurduğumda yazılı kaynaklarda da yer aldığını görünce nereden nereye demiştim. Pasteur çalışmalarını sürdürebilmek için dönemin devlet başkanlarına maddi katkı için yazı yazar, yazılardan biri de 2. Abdülhamit’e ulaşır. 2. Abdülhamit yardım yapabileceğini ancak çalışmalarını İstanbul’da sürdürmesini ister, bu teklif Pasteur tarafından kabul görmeyince ikinci teklif oluşturulur, Pasteur’a Mecidiye Nişanı ile birlikte 10.000 altın (bazı kaynaklarda 800 lira olarak geçiyor, ama baktığınızda dönemin İstanbul’unda yaklaşık 180-200 ev parası karşılığı) yollanır, aynı zamanda Osmanlı’dan 3 kişinin de yanına asistan olarak yetiştirilmesi istenir. Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye-i Şâhâne’den müderris Alexander Zoeros Paşa’nın başkanlığı altında, Kaymakam (yarbay) Dr. Hüseyin Remzi ve Kaymakam (yarbay) Veteriner Hüseyin Hüsnü beylerin gönderilmesine karar verilir. Daha sonra bu ekip çalışmalara temel teşkil etmesi için “kuduz mikrobu” enjekte edilmiş bir kemik iliği ile Osmanlıya geri döner. 1887’nin Ocak ayında Zoeros Paşa’nın kliniğinde Daûl-Kelp ve Bakteriyoloji Ameliyathanesi (Kuduz Tedavi Müessesesi) kurulur. Bu kurum dünya’da üçüncü, doğunun ise ilk kuduz merkezidir. Daha sonra bu merkez difteri serumu da üretecektir.
Kurtuluş savası sırasında da zor koşullar altında da hayvan ve insan aşıları üretilmeye devam edilmiştir. İstanbul’un işgalinde aşı merkezi önce Eskişehir, daha sonra da Kırşehir’e taşınmıştır. Aynı dönemde Afyon’da da çiçek aşısı üretilmekteydi. Erzurum’daki serum laboratuarı da Rus işgalinden itibaren sırası ile Halep, Niğde, Sivas ve Erzincan’a taşınmış. Kastamonu’da da aşı üretimi yapılmıştır. Benzeri üretim cumhuriyet döneminde de devam etmiş, 1928’de Hıfzısıhha Enstütüsü ile üretim merkezileştirilmiştir. 1940’lı yıllara kadar tifo, tifüs, difteri, BCG, kolera, boğmaca, tetanoz, kuduz aşıları seri üretimle oluşturulmuştur. 1968’de kurulan serum çiftliğinde tetanoz, gazlı gangren, difteri, kuduz, şarbon akrep serumları da üretilmiştir. Ülke de hastalıkların yok olması ile 1971’de tifüs, 1980’de çiçek aşısı üretimi sonlanmıştır.
Tüm bu gurur duyulacak aşı üretim geçmişi ne yazık ki 1996’da DBT ve kuduz aşısı, 1997’de BCG aşı üretiminin durdurulması ile geriye dönmüştür. Ardından Refik Saydam Hıfzısıhha Enstitüsünün kapatılması ile ülke de aşı üretimi bitmiş, dışa bağımlı hale gelinmiştir. Yılda yaklaşık 15 milyon dolar kadar aşı ithal ettiğimiz belirtilmektedir. Buna birkaç yıl önce şaibeli domuz aşısı ithalatları dahil değildir.
Sonuçta baktığımızda ise stratejik öneme sahip olduğumuz aşı üretimi, ülkede yok olmuştur. Ara ara sağlık bakanı yerli aşı üreteceğiz diye demeçler verse de popüler söylemler yerine ciddi bir planlamaya ihtiyaç vardır. Osmanlı’nın son döneminde, Cumhuriyetin ilk yıllarındaki yokluk dönemlerinde başarılmış iş, şimdi neden yapılmasın ki? Yeter ki istensin, yeter ki tedavi gözlüğünden koruma gözlüğüne geçilsin, yeter ki ithalat mantığından üretim isteğine geçilsin. Çok mu zor? İstenirse olur…